Bazı İnsanlar Bunu Hiçbir Zaman Yapamayacak

Bazı İnsanlar Bunu Hiçbir Zaman Yapamayacak: 21. yy'nin Başında Zihinsel Sakatlığı Olan İnsanların* Karşılaştığı Zorluklar

Leanne Dowse, Disability & Society, 2009

Giriş


  Hükümetin yapması gereken, çalışmanın ne olduğu, ve nasıl yapılandırıldığı açısından,  küreselleşmenin insanlar üzerindeki etkilerine bakmak. Şu anda bu meselenin tamamına ekonomik bir temelden yaklaşılıyor ve bunun anlamı da sorunların kişinin kendisinden kaynaklanıyormuş gibi görünmesi oluyor. İşverenler hesap kitap yapabilen ve okur yazar insanlar istiyor. Peki, tamam, bazıları bunu yapabilir; ama bunu hiçbir zaman yapamayacak olanlar da var --biz ne yapacağız? (London People First'ün başkanı ile Mülakat, 19 Mayıs 1999)


  Şu anda önümüze sunulan şey,  tipik, içeriksiz bir 'bireysel tercihler ve haklara inancımız tam' lafazanlığı. İyi de, diye düşünüyorum, bunları nasıl temellendiriyorsunuz, felsefeniz ne, siyasetiniz ne? İşte bunu size kimse söylemek istemiyor. (Self Advocacy Syndey'den bir Öz-hak Savunucusuyla Mülakat, 9 Haziran 2000)


  Sizi bir kere böyle etiketlediler mi, bu etiket üstünüze yapışıp kalıyor. Şapkalarımızda "İnsanları Değil, Kavanozları Etiketleyin" yazmasının nedeni bu. (London People First'in Başkan Yardımcısı ile Mülakat, 29 Nisan 1999)

  Öğrenme güçlüğü çeken ya da zihinsel sakat olarak etiketlenmiş üç öz-hak savunucusunun düşüncelerindeki bu içgörüler, 21. yy'de zihinsel sakatlığı olan insanların önlerine çıkan toplumsal ve siyasal zorlukların bazılarına işaret ediyor. Bu görüşler ve bunların dile getirdiği meseleler, Avustralya ve İngiltere'de zihinsel sakatlığı olan insanların politik eylemliliği üstüne gerçekleştirilen 4 yıllık ortak bir çalışma kapsamında sakat hakları savunucularıyla ve projeye katılan diğer insanlarla yürütülen süreğen bir sohbette temelleniyor ve bundan besleniyor. Bunlar, çağdaş toplumsal, siyasal ve maddi koşulların zihinsel sakatlığa sahip olarak etiketlenen insanları yönetme biçimlerinin incelenmesine yönelik ortak bir ilgiyi yansıtıyor. Bu içgörülerin her biri, zihinsel sakatlığı olan insanların sözkonusu sistemlere ve süreçlere, onların zihinsel sakatlığı insani farklılığın bir boyutu olarak daha iyi ele almasını sağlayacak biçimde, nasıl müdahale edebileceklerine dair sorular yükseltiyor. Daha derin bir düzeyde ise, çağdaş toplumsal ve siyasal yaşam düzenlemesinin zihinsel sakatlığı olan insanların eylemliliği ile nasıl kesiştiğine ve onu nasıl biçimlendirdiğine işaret ediyorlar.


Küreselleşmenin Zihinsel Sakatlığı olan İnsanlar Üzerindeki Etkisi  



  Erken 21.yy'de çağdaş toplumsal yaşamı niteleyen en büyük dönüşümlerden biri olan küreselleşme, karmaşık bir görüngü. O, dünya ekonomisindeki temel değişimler, iletişim devrimi, uluslararası fiziksel meta, enformasyon, para ticareti, ve insan sermayenin göçmen ya da mülteci biçiminde büyük ölçekli hareketi ile niteleniyor. Bazı yazarlar bu karmaşıklığı küresel kurumların yeniden yapılandırılması kavramıyla ele almayı denedi. Diğerleri, küreselleşmeyi tek bir küresel uzamın toplumsal eylem alanı olarak ortaya çıkışı olarak ya da "uzak yerellikleri birbirine bağlayan dünya-çapındaki toplumsal ilişkilerin yerelde gerçekleşen hadiselerin kilometrelerce uzaktaki olaylar tarafından biçimleneceği -- ve tersi -- şekilde yoğunlaşması" olarak tarif ediyor (Giddens 1990, s. 64). Küreselleşmenin zihinsel sakatlığı olan insanlara getirdiği olanaklar var: öz-hakların savunulması adına kurulan dünya çapındaki ağların güçlenmesi ya da hizmet sunumunun kişiselleştirilmesi gibi. Aynı zamanda, küreselleşme, ulus-dışına kaçabilen emek pazarları, istihdam ve piyasa ilkelerinin hayatın her alanına nüfuz etmesi gibi sorunlara yol açıyor. Sorunlar; kültürel, toplumsal ve siyasal statüleri çoğu zaman bilişsel "yetersizlik" varsayımıyla yaftalananlar için daha da yoğun.

  Küreselleşmenin yaygın ve önemli toplumsal etkilerine yönelik farkındalıkla, onun sakatlığa etkileri de yakından incelendi (Stone 1999; Holden and Beresford 2002; Priestley 2001; Rioux ve Zubrow 2001; Russell ve Malhotra 2002). Corker, ulusaşırı şirketler, sermaye hareketi, emeğin enformelleşmesi ve uluslararası işbölümüyle küresel ekonominin sakatlık ve toplumsal sakatlığın toplumsal biçimlenmesini ve ona ilişkin toplumsal hiyerarşileri etkileyip değiştirdiğini öne sürdü. (Thomas ve Corker 2002, 25). Yeni bilgi ve iletişim teknolojileri gibi gelişmeler bazı sakat insanlar için erişim ve sosyal içerilmeyi mümkün kıldı ve böylece onların politik projelerini güçlendirdi. Bunun kanıtı, ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, Hollanda, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Malezya dahil birçok ülkeden yüzlerce öz-savunuculuk örgütü ve ağının web'de yer almasıyla beraber İnternet'te öz-savunuculuğa ilişkin bilgi ve kaynakların gittikçe artmış olması.


  Küreselleşmenin beraberinde getirdiği bir diğer gelişme  emek piyasasının, vasıflı ya da vasıfsız olsun, fiziksel çabaya dayalı geleneksel sanayi ekonomisinden, bundan çok daha fazla ölçüde insan sermayeye dayanan hizmet ve enformasyon ekonomisinin hakimiyetine doğru kayması. Ayrıca, enformasyonun önemi artarken, genel bilişsel vasıflara ve soyut biçimsel bilgiye talep de artma eğiliminde (Quiggan 2001, 181). Bu kayma, bir zamanlar emek piyasasında büyük oranda vasıfsız kol işçileri olarak yer bulabilen ancak yeni hizmet ve bilgi ekonomisinin talep ettiği bilişsel ve sosyal yetilere sahip olma olasılıkları çok daha düşük zihinsel sakat insanlar için açık bir risk ve dezavantajlılık getiriyor.


  Uluslararası mali sistemler ve ticaret politikaları devletlerin özerkliğinin giderek azalmasıyla sonuçlandı; kamusal hizmetlerin küçültülmesi ve merkezsizleştirme politikalarını içeren yapısal uyum politikalarını devreye soktu. Bu ortamda, hükümetler düşük enflasyon, düşük vergilendirme, kısıtlı kamusal harcama, esnek emek piyasaları ve özelleştirme politikalarını --sermaye birikimini bunların yürürlüğe sokulmamasının kolaylaştırdığı istisnai durumlar dışında-- yürürlüğe sokmaya zorlandı. Sonucunda, artık risk yönetimi, sözleşmecilik ve özelleştirme programları giderek artan bir yoğunlukla uygulanıyor.


  Özelleştirme ve pazar seçimi politikasına kaymanın sakat insanlar üstünde olumlu ve olumsuz birçok etkisi oldu. Olumlu yönden bakarsak, bu gelişmeler hizmet sunumunun giderek seçim ögesini ve esnekliği arttıracak biçimde kişiselleştirilmesini, kişiye özgüleştirilmesini sağladı. Bu da, insani hizmet örgütlerinin kaynaklarını daha iyi örgütlemesini mümkün kıldı ve destek ve müdahalelerini daha etkili bir biçimde tasarlayarak gerçekleştirebilmelerine imkan sağladı, ki böylece sundukları hizmetlerin etkisini ölçerek maksimize edebildiler.


  Farklı hasar/bozukluklara sahip sakat insanların yaşamları neredeyse sonsuz farklılaşma ve karmaşıklık içerdiği için, küreselleşme, neoliberalizm ve bunlara eşlik eden sakat insanlara yönelik hizmetlerin piyasalaştırılması süreçlerinin  tüm sakat insanlar üstündeki etkilerini incelemek bu makalenin sınırlarını aşar. Ayrıca, bu süreçlerden sadece zihinsel sakatlığı olan insanların etkilendiğini ya da onların hizmetlerin kişiselleştirilmesinin getirdiği faydalardan  tamamen mahrum kaldığını iddia etmek niyetinde değiliz. Aslında, birçok yazar olumlu gelişmelerin altını çizdi. Örneğin, Wills ve Chenoweth'in (2005) Avustralya ve Yeni Zelanda deneyimleri üstüne analizleri, kişi-odaklı farklılaştırılmış hizmet sunumu modellerinin devreye sokulmasıyla zihinsel sakatlığı olan insanların yaşamları üstündeki öz-denetim olanaklarının arttığına işaret ediyor. Bu durumda, hizmet sunan çalışanların, sözkonusu ilkeler uyarınca, özerklik ve kendi yaşamlarını kontrol etmek isteyen zihinsel sakat insanların ortağı olmasalar da, en azından müttefiki olmaya başladıkları kesin (Wills ve Chenoweth 2005). Bu olumlu gelişmelerle beraber, yeterlilik, yetkinlik ve bireysel bağımsızlığı öne çıkaran günümüz dünyasında belirli bir tüketici tipi olarak zihinsel sakat insanları etkileyebilecek birçok sorun ortaya çıkıyor.


  Küreselleşmenin fitillediği, neoliberalizme yedirilmiş bireysel bağımsızlığı garantilemek ve üretkenlik vurgusu, çoğu zaman kendi kendilerine yetemeyecek biçimde, zihinsel sakatlığı olan insanları sorunlu olarak işaretliyor. Yeni refah teknolojileri ekonomi güdümlü ve bunların etkin biçimde yatırım yaptığı şey  bireysel bağımsızlık arayışı; bunlar içerilmeyi kendini gerçekleştirme, öz-doyum ya da yaşam kalitesi çerçevesinde değil, üretkenlik ve "katkı" düzleminde kavrıyor. Bunun, istihdam piyasasına katılabilecekler ve yüksek ölçüde bakım gereksinimleri nedeniyle katılamayacaklar dahil, zihinsel sakatlığı olan insanlar üzerinde farklı etkileri oluyor.


  Bilişsel kısıtlanmalar ve raporlanmış yetkinsizlik zihinsel sakatlığı olan insanların en azından bazılarını seçim yapmaya yetersiz addediyor. Bu "noksanlık" yaklaşımı zihinsel sakat insanlara uslamlama yetersizliği atfediyor ve eşitlik ve hakların sınırlı olduğu ya da yeniden-yönlendirildiği durumlarda adalet taleplerini geçersiz kılıyor (Wasserman 2001). Bağımsızlığa ulaşamayacak derecede özürlü olarak algılanan bu insanlar böylece  neyin "kendi çıkarlarına" olduğunu daha "yeterli" başka insanların belirlediği himayeci ahlak muhafızlığına süreğen biçimde maruz kalmalarının muhtemel olduğu bağımlılık ilişkilerine sokuluyor. Kimlerin bir başkasının adına, hangi koşullarda, ve hangi biçimde karar verebileceğini düzenleyen koruma politikaları UK Mental Capacity Act 2005 ya da Avustralya'daki devlet temelli koruyuculuk  düzenlemeleri gibi yasal çerçevelerde belirleniyor. Bunlar, bir yandan, zihinsel sakat insanları korumak adına işlerken, öte yandan bu insanların kamusal alana katılımının sınırlanması, reddi, ya da kamusal alandan muaf edilmeleri gibi riskler de barındırıyor.


  Sosyal politikada geçen yüzyılın son yarısında meydana gelen gelişmeler zihinsel sakatlığı olan insanların daha 'normal' ya da 'daha yüksek kalitede' yaşamlara erişimini sağlayarak onların içinde yaşadıkları maddi koşulların iyileşmesinde ilerleme sağladı. Bunların bazıları, kısmen, zihinsel sakatlığı olan insanların politik özneliğini de tanıdı. Öz-savunuculuk siyasi projesi, 30 yıldır, zihinsel sakatlığı olan insanların seslerini ve çoğul bilgilerini yükseltmeye çalışıyor. Tanınma, meşruiyet ve toplumsal yönetim hususlarının tartışılma mekanı siyasi arenalara katılım sorunu zihinsel sakatlığı olan insanlar topluluğu için karmaşık bir sorun olmaya devam ediyor. Küresel dünyada zihinsel sakat insanların yeniden-konumlanmasının temel hatlarından biri, onların öz-temsillerinin desteklenmesinde yatacaktır.


Neoliberalizm ve Zihinsel Sakatlık


  70'lerin sonlarında başlayan mali kriz devletin aşırı harcamalarına, katılık, bürokrasi ve refah devletine bağımlılık gibi konulara dair kaygılara yol açtı (Dean 1999, 149). Kamu parasının harcanma yollarının denetimden yoksun oluşu ve refah devleti politikalarının başarısızlığı küreselleşme bağlamında ulusal ekonomilerin temellerinin altını oydu ve neoliberal söylemlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Siyasal ve ekonomik bir felsefe olarak neoliberalizm ekonomiye devlet müdahalesini piyasanın özgürlüğü adına kısıtlama ve başarıyı ekonomik kazanç temelinde ölçmeyi içerir (Beeson ve Firth 1998, 217). Siyasal bir ideoloji olarak neoliberalizm, zihinsel sakatlığı olan insanların sosyal yönetimi dahil olmak üzere yönetişime dair her meseleye uygulanabilir.


  'Neoliberalizm' etiketi altında toplanabilecek görüngüler İngilizce konuşulan ülkelerde 80'lerin başlarından itibaren belirmeye başladı ve (İngiltere'de) Thatcherizm, (ABD'de) Reganomi ve (Yeni Zelanda'da da) Rogeronomi olarak tanımlandı. Neoliberalizmin en azından İngiltere, ABD ve  Avustralya versiyonlarında temel bir ahlaki değerler demetinin gözlemlenebileceği öne sürülür: "Bir yandan özgürlükçü bir ekonomik felsefeye öbür yandan aileye ilişkin sıklıkla milliyetçi atıflarla bezeli ahlakçı muhafazakar bir görüşe bağlılık gibi çelişkili, ikili bir tutum -- 20 yıl önce Thatcher ve Reagan'ın ikisinin de benimsediği, daha yakınlarda ise ABD'de Başkan Bush ve Avustralya'da Howard dönemlerinde uygulandığını gördüğümüz bir formül" (Hartman 2005, 59). Bu yaklaşımlar, özelleştirme, sözleşmecilik ve performans denetimini içeren çok-düzeyli bir yönetişim anlayışını sosyal politika alanında şirketlerin iktidarını öne çıkaran bir yaklaşımla birleştiriyor (Farnsworth ve Holen 2006).


  Geniş anlamıyla neoliberalizm vatandaşların özgürlüklerini hükümetlerin devlet harcamalarında kısıntıya giderek maksimize edeceği yöntemleri vurgularken, onun bileşeni ekonomik rasyonalizm de (Pusey 1991) verimliliğe vurgu yapıyor (Wright 2003). Neoliberalizmin toplumsal dışlanmaya maruz kalanları "anaakım toplumda" yaşayanlardan kültürleri-gereği farklı varlıklar olarak sunarak ahlaki bir "sınıf-altı" söylemini de ortaya çıkardığı ileri sürüldü (Levitas 1996, 1999). Neoliberalizm toplumun yapısı ve bu yapıdan kaynaklanan eşitsizlikler yerine dışlananların "davranışlarına" odaklanıyor (Burton ve Kagan 2006). Neoliberalizmin farklı versiyonları var --Avustralya'daki formülasyonu ve uygulanışı Britanya bağlamındakinden niteliksel olarak farklı. Örneğin, New Labour'un Üçüncü Yol'u salt piyasa yönelimli yaklaşımı toplumsal dışlanma, istihdam olanakları, haklar ve sorumluluklara yönelik vurguyla yumuşattı (Williams, Popay, ve Oakley 1999, 4). Bu tür bir sosyal nitelik Avustralya bağlamında pek göze çarpmıyor. Bu gibi farkllar neoliberalizmin zihinsel sakatlığı olan insanlar üzerindeki etkilerinde de farklılaşmaya yol açıyor.


  Birçok kişinin onu küreselleşmenin ulusal ekonomi üzerindeki etkilerini idare edebilmek açısından kaçınılmaz ve zorunlu bir ekonomik doktrin kabul etmesine karşılık, neoliberalizmi eleştirenler onun piyasa egemenliği odaklı ve kamusal yaşamı karlarını maksimize etmek dürtüsüyle olanaklı olduğu ölçüde tamamen kontrolleri altına almak amacındaki büyük şirketlerle zengin yatırımcıların tahakkümünde işleyen bir doktrin olduğunu öne sürüyor (Russell 1999, 373; Farnsworth ve Holden 2006). Bunun zihinsel sakatlığı olan insanlara etkisini anlayabilmek için sadece neoliberalizmin talep ettiği vatandaş tiplerini değil, bu yeni yönetim biçiminin farklı siyaset ve topluluk yaşamı alanlarına uygulanma yöntemlerini de incelemek önemlidir.

  Toplumun ve toplumun bileşenlerinin yeniden-inşası yönetim pratiğinin işlevini sosyal güvence sağlamaktan çıkarıp özerk bireyin etkinliğini destekleme ve kolaylaştırmaya dönüştürdü. Yeni rasyonaliteler toplumsalı, onu bir dizi piyasamsı alanlar haline getirerek yeniden biçimlendiriyor. Hizmet ve uzmanlık, düzenleyici otoritelerin kontrolündeki bir dizi (kamu finansmanıyla işleyen, kar amacı gütmeyen veya kar amacı güden, özel) örgüt tarafından, etkinlikleri, kimlikleri ve iktidar ilişkilerini normalleştirmek, sabitlemek ve optimize etmek gayesiyle sunuluyor (Dean 1999, 174).   Devleti küçültmek amacına, sosyal hizmetin kamusal sunumunda azaltmaya gidilmesi, istihdamın daraltılması, ve yükümlülüklerin üçüncü sektördeki özel aktörlere devriyle ulaşılıyor.


  Sosyal devlete neoliberal saldırı sadece para tasarrufu meselesi değil; daha önce piyasa-dışı sayılan alanlara piyasa ilişkilerinin sokulmasıyla daha verimli bireysel ve örgütsel davranış örüntülerini desteklemeyi de içerir (Hindess 1998, 224). Hükümet kurumları, kamu hizmeti görevlileri, siyasetçiler dahil bir dizi siyasi aktör arasında, ve bu aktörlerle hizmet alanlar arasında, piyasamsı ilişkilerin teşvikiyle, bizzat siyasal katılımın doğası da dönüştürülüyor. Kamu hizmeti sunumunun neoliberalizmde gerçekten de politik bir konu olmaktan çıkarıldığı, siyasi tartışma alanından bütünüyle sürgün edildiği öne sürüldü (Hindess 1997, 265). Bugüne kadar siyasal katılımları en iyimser ifadeyle marjinal sayılacak zihinsel sakatlığı olan insanlar için, bu gelişmeler yeni engeller çıkarıyor ve onların öz-belirleniminin olup olmadığı ya da öz-belirlenim sağlamalarının olanağı üstüne yeni sorular yükseltiyor.


  İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi Batı yönetimlerinin üçüncü sektörü siyasi muhalefeti bastırma aracı olarak kullandığı öne sürüldü (Hamilton ve Maddison 2007). Üçüncü sektördeki topluluk örgütlerine finansal desteğin hükümetin belirlediği performans ve çıktı ölçütlerine bağlı kılınması, bu örgütlerin hükümeti eleştirmelerinin önlenmesi, ve sektörü birleştirme ve kapatma politikalarıyla yeniden yapılandırmak, siyasi muhalefetin bastırılarak neoliberalizmin kurumsallaştırılması sonucunu doğuruyor (van Gramberg ve Bassett 2005, 2).  Bu durumun, zaten verili durumda dahi siyasi karar alma süreçlerini etkileyebilme yeteneğine sahip özerk eyleyiciler olabilmek uğruna mücadele etmek durumunda kalanların potansiyelleri açısından önemli sonuçları var. Toplumsal ve siyasal yaşamın kenarında kalanların, refah devletinde eşitlik ve adalete erişim tartışmalarında seslerini duyurabilmeleri giderek zorlaşıyor.


  Piyasa ve sözleşme ilişkilerinin daha önce başka yollardan yönetilen alanlara yayılmasının zihinsel sakatlığı olan insanlara etkisi çok büyük, zira onlar genelde geniş bir sosyal hizmetler dizisinden yararlanmak durumunda. Neoliberalizm projesi şimdilerde aileyi, hizmet ve gönüllü hizmetler sektörünü rasyonel, üretken vatandaşlar üretmeye teşvik ediyor --ki böylece, küresel ekonomide rekabet gücüne katkı sağlansın (ya da en azından, vatandaşlar rekabet gücü için sorun teşkil etmesin) (Williams 2004, 408). London People First'ün başkanının makalenin girişindeki alıntıda söylediği gibi: "Peki, tamam, bazıları bunu yapabilir; ama bunu hiçbir zaman yapamayacak olanlar da var --biz ne yapacağız?" Küreselleşmenin yarattığı, neoliberalizmin biçimlendirdiği hakim ekonomik ve siyasal iklimde bu kişilere ilişkin (onları  ve onların bakış açılarını içeren) tartışmalar giderek daha az yapılıyor.

  Neoliberalizmin koşulladığı birey algısındaki dönüşümlerin ve tikel 'kendilikler' üretiminin toplumda bağımlı, ekonomik olarak kendi kendine yetemez ya da kendileri üstünde sorumluluk sahibi olma yeteneğinden mahrum addedilenler için -- bildiğimiz gibi, bu sıraladıklarım zihinsel sakatlığa sahip insanların söylemsel inşasında tipik ögeler-- derin imaları var. Zihinsel sakatlığa sahip insanların 'piyasa güdümlü bağımsızlık' anlayışı dahilinde sadece 'tüketiciler' olarak dar bir biçimde kurgulanmasının önemli sonuçları var: Hizmet planlanması ve geliştirilmesi süreçlerine katılımlarının sınırlanmasını ve kolektif meselelere odaklanmaktan vazgeçilmesini içeriyor. Ayrıca, zihinsel sakatlığa sahip insanlarla sosyal hizmet çalışanları/ savunucuları arasında sağlanacak dayanışma olanaklarının da altını oyuyor, zira hizmet sistemlerinde hak ve toplumsal adalet arayışı yerini performans düzeyinde niceliksel girdi-çıktı ölçümüne dayalı yeni kamu yönetimi felsefelerine bıraktı (Harris 2003).


  Bu felsefeler, kendileri de içerme ya da program ve kaynaklara erişimi sağlamak yerine kamu kaynaklarının kapı bekçiliğini yapmak işlevindeki gözetim ve ölçüm tekniklerine tabi görevlilere potansiyel hizmet kullanıcılarına karşı aynı kapı bekçiliği görevini dayatıyor (Meekosha ve Dowse 2007). Tüketicilerin kendi alım güçlerini kullanmaları ve kendi yaşamlarını biçimlendirmek adına seçim yapmalarını teşvik eden "tüketici özgürlüğü" ibaresi, gerçekte neoliberalizmle bağlantılı ve küreselleştirmenin yoğunlaştırdığı belirli doktrinler tarafından etkin biçimde belirlenerek üretiliyor.


Risk Çerçevesini Zihinsel Sakatlığa Sahip İnsanlara Uygulamak


  Neoliberalizm beraberinde bir risk kültürü de getiriyor (Lupton 1999): Bu kültür, yatırım süreci açısından risk teşkil eden ve, oldukları halde, yatırıma katkıda bulunmaları olası olmayan, bunun için gerekli yetilerden mahrum ya da yardıma muhtaçları tanımlıyor. Bunu anlamanın görece yeni yöntemlerinden biri öncelikle "risk toplumu" kavramını geliştiren Ulrich Beck'in çalışmalarından bilinen bir çözümleme. Beck'in çözümlemesi modernitenin getirdiği toplumsal, siyasal, bireysel ve ekonomik riskleri çerçevelendirmek, sıralamak ve incelemek açısından yeni olanaklar içeriyor (Beck 1992, 1994). Birçok araştırmacı bu kavramı sosyal devlette 'riske tabi' bireyler ve gruplar açısından inceledi (O'Malley 1992, Giddens 1998, Lupton 1999, Wearing ve Dowse 2000). Bireyler ve gruplar hem eyleme imkanlarını hükümet hedefleriyle tutarlı hale getirmek hem de maruz bulundukları riskleri kendi kendilerinin yönetmesini sağlamak amacındaki teknolojilere tabi kılınıyor.


  Örneğin, yalnız anneler, yerli halk, alkol ve uyuşturucu bağımlıları, akıl hastaları ve zihinsel sakatlığı olanlar gibi nüfus dilimlerine "dezavantajlı" gruplar adıyla gönderme yapılıyor: "riske tabi" ve kendileri için yeni, özel yönetim biçimleri geliştirilmesinin zorunlu olduğu gruplar. Bu '"risk söylemi" bir dizi sağlık politikası ve programında, insani hizmetler, suç ve  ceza adaletine ilişkin politikalar ve programlarda uygulandığından, bu söylemin sağlık ve insani hizmetler sektörlerinde barındırma, gelir yardımı ve diğer savunuculuk ve destek hizmetlerinden sıklıkla yararlanma olasılıkları yüksek zihinsel sakatlığı olan insanlar nezdinde önemli sonuçları olabilir.


  Risk yaklaşımı zihinsel sakatlığı olan insanları erek addedilen bağımsızlık, öz-belirlenim ve kendine-yeterlilik düzleminde tanımlıyor. Biyo-medikal-psikolojik değerlendirmelerde, zihinsel sakatlıkları, hiçbir eyleyicilik ve vatandaşlık teknolojisinin onları üretkenlik açısından uygun kılamayacağı derecede ciddi addedilen insanlar, aileleri ya da hizmet sunucuları nezdinde "kariyer açısından yük" olarak tanımlanıyor. Riske tabi olsalar da, bağımsızlık potansiyelleri mevcut addedilen zihinsel sakatlar sözkonusu olduğunda ise: neoliberal yönetişim teknolojileri onlar üstünde iki farklı yoldan uygulanıyor: bir, 'eyleyicilik teknolojileri' ya da 'vatandaşlık teknolojileri'  (Cruiksank 1993, 1999) ve, iki, 'performans teknolojileri' (Dean 1999).


  Eyleyicilik ya da vatandaşlık teknolojileri bireylerin katılım ve eyleme potansiyellerini iyileştirip arttırarak onları risk yönetimine muktedir kılmaya çalışıyor. Özelde, özneler sözleşmecilik bağlamında belirli yollardan üretiliyor: 'Riske tabi' gruplar, onları güçlendirmek, kendilerine saygılarını arttırmak, yetenek ve girişimcilik kapasitelerini en yükseğe çıkarmak vb. amacındaki bir dizi normalleştirici, terapetik, ve eğitici tekniğe mütabık olmak durumunda kaldıkları vatandaşlık teknolojilerine tabi kılınıyor (Dean 1999, 168).


  Bu tekniklerden biri 'güçlendirme': Bu, bana göre, zihinsel sakat insanlara halihazırda uygulandığı biçimiyle sorunlu ve çelişkili bir kavram. Güçlendirme mantığı, zihinsel sakatlığı olan insanların yeni bir katılım biçimi dahilinde tüketiciler olarak seçim şanslarını ve haklarını pratiğe dökebilmeleri gerektiğini iddia ediyor. Buradaki varsayım, bu insanların kendi çıkarlarına hareket edebilme ya da kendi kaderlerini kontrol yetisinden, bunların gerektirdiği özgüvenden, bireysel veya kolektif olarak, mahrum oldukları (Baistow 1995, 36). Onların güçsüzlüğü ve katılım eksikliklerinin belirli müdahalelerle telafi edilebileceği düşünülüyor. Zihinsel sakatlığı olan insanlar da, kendi yaptıkları durum değerlendirmelerinde, güçlendirmenin kendilerini ifade edebilmelerinin ve toplumsal bağlamda varoluş biçimlerini değerli kılabilmelerinin önünü açtığı için bir direniş olanağını barındırdığını da ileri sürdüler (Martin 2003). Öte yandan, profesyonel uzman yaklaşımları bireysel sorumluluğa, denetimin arttırılmasına ve güç transferine odaklanmış halde. Vasıf edinme sürecine temelde teknik ve prosedürel bir yetenek kazandırma süreci olarak bakılıyor. Güçlendirme bu anlamda, vasıf edindirme ve kaynaklara eriştirmeye odaklanmış halde; böylece sadece hizmet sunucunun alet kutusundaki bir başka oyuncağa indirgenme tehlikesi bulunuyor (Aspis 1997). Bu tür bir kavramsallaştırma canlı deneyimin toplumsal, maddi, kültürel, duygusal ve kişiler-arası bağlamlarının karşılıklı dinamik etkilerini hasır altı ediyor.


  Bu durumda, güçlendirmenin özerklik ve öz-belirlenim arayışı uyarınca pratiğe dökülmesi onun neoliberal rasyonalite ve yetkinlik dürtüsü dahilinde uygulanmasıyla paradoksal bir biçimde örtüşüp karışıyor. Sonuçta gözlemlediğimiz şey, siyasal ve kültürel hareketlerin amaçladığı özgürleşmiş kendilik düşününden neoliberal vatandaş kitlesinin faziletli, disipline edilmiş ve sorunlu özerkliğine doğru bir kayma (Dean 1999, 155). Şu anda uygulandığı haliyle güçlendirme düşüncesinin kendisi bir iktidar ilişkisi --hem piyasanın hem de öz-yönetim ve özerklik vaadinin beslediği bir iktidar ilişkisi. İşte bu haliyle, müphem biçimde, hem özgürlük vaadini hem de sınırlandırma/ zor tehlikesini içeriyor.


Meselenin diğer yanında da 'performans' teknolojileri var. Bunlar yeni hesap kitap rejimlerini oluşturuyor (Rose ve Miller 1992), ve performans göstergeleri, performans anlaşmaları, iş değerlendirmeleri, işlevsel kıyaslamalar, özelleştirme ve kamu finansmanlı hizmetlerin rekabetçi ihalelerle sağlanması gibi bir dizi reform içeriyor. Bu stratejilerin amacı geleneksel olarak toplumsal'ın alanı sayılan şeye piyasa temelli rasyonel sorumluluk ölçütlerini empoze etmek. Bu reformlar, birçok Batı demokrasisinde yoğun bir biçimde uygulandı ve yönetim işini spesifik, yüksek düzeyde denetimci bir yoldan gerçekleştiren tepeden inmeci politika değişiklikleri olarak yürürlüğe kondu. Avustralya'da, sakatlığı olan insanların istihdamı politikalarında 2003'ten beri meydana gelen değişiklikler bunun bir örneği. Yeni, vaka-temelli finansman modelleri bireylerin destekli ya da açık iş ortamlarına yerleştirilmesini çıktı ölçütlerinden sayıyor. Bunlar, zihinsel sakatlığı olan insanların işgücüne daha yüksek düzeyde katılımı ve toplum yaşamında varoluşlarının iyileştirilmesi vaadlerini sunuyorsa da, aynı anda istihdam hizmetinin topluluk içi irtibat ve gelişmeyi sağlayabilmesinin de önünü kesiyorlar -- ki bu ikincisi, son derece önemli, hizmetin destekli ya da açık istihdam olanağı yaratırken temelden yararlandığı bir şey.


Zihinsel Sakatlığı Özelleştirmek


Sosyal devletin neoliberal reformunun amacı aşırı devlet harcamaları sayılan şeylerde kısıtlamaya gidilmesi ve mali kaynakların daha verimli kullanımı. Bu, geniş çaplı özelleştirme uygulamalarına ve rekabetçi ihalelere başvurulmasına yol açtı. Bu tip reformların önemli bir sonucu hem kurumsal hem de bireysel davranışın girişim ve tüketici düşünlerinde ifade bulan piyasa değer ve yönelimlerini içselleştirmesi oldu (Dean 1999, 172). Bu yaklaşım aynı zamanda, etkin, bağımsız ve üretken vatandaş üretimine dayanıyor. Avustralya hükümetlerin sunduğu hizmetlerin üç yönetim düzeyinde {yerel, federal, ulusal} de hedefli kısıtlanmasına gidilmesini deneyimledi. "National Competiton Policy" {Ulusal Rekabet Politikası} aracılığıyla hükümet, devletin hizmet sunumundan feragat etmesini özel sektörün hizmet sunumuna daha fazla iştirak edeceği gerekçesiyle meşrulaştırıyor (van Gramberg ve Bassett 2005, 3). Ancak, Avustralya'da zihinsel sakatlığı olan insanların yararlandığı hizmet yapısının piyasa felsefelerine tabi kılınması özel olarak çelişkili bir duruma yol açıyor: sıradan pazarlardan farklı olarak burada tüketici alım gücüne sahip değil. Olan daha çok, şu: tüketici --yani zihinsel sakatlığı olan kişi -- alıcı değil; alıcı, hizmeti satın alan, hizmetin finansmanını sağlayan: yani, buradaki durumda, hükümet.


Bu, tüketici ve piyasa arasındaki piyasa dinamiğinin başlıca özelliklerinden biri olan arz-talep ilişkisinde temel bir çelişkiye yol açıyor. Pratikte: Destek hizmetlerinin niteliğini ve kapsamını belirleyen, fonlamayı yapan hükümet --bu hizmetlerin tüketicilerinin kendileri değil. New South Wales Council for Intellectual Disability (NSWCID)'nin hazırladığı bir durum raporu, zihinsel sakatlığı olan insanlara hizmet sunacak kurumların seçiminde 1999'dan beri ulusal rekabet politikası gereği rekabetçi ihale sürecinin giderek daha fazla kullanıldığı bir ortamın doğurduğu sorunların bir çoğunun altını çiziyor (NSWCID 2002). Öz-hak savunucularından birinin makalenin girişindeki alıntıda dile getirdiği, kendi yaşamına dair kararların onu deneyimlemeyen başkaları tarafından alındığını ifade eden, temsil ve denetime ilişkin kaygılar NSWCID raporunda sorunlu olarak tespit edilen konularda yankı buluyor. NSWCID çözümlemesi, zihinsel sakatlığı olan insanların hizmet alımında seçim gücüne sahip olmamasını, bu insanların, onların aileleri ve dostlarının destek hizmetinin içeriğini belirlemede gittikçe daha az söz sahibi olmasını sorun olarak tespit ediyor (NSWCID 2002). Bu kaygılar temelinde baktığımızda, zihinsel sakat insanlara sunulan hizmetlerin özelleştirilmesinin zihinsel sakatlığa sahip insanların seçim şansını arttırmak yerine azaltmak gibi çelişkili bir etkisi var.

Zihinsel sakatlığa sahip insanların tüketici olarak etkin biçimde müdahil olmalarını önleyen engellerin yanı sıra, hizmet sunumunun özelleştirilmesi sürecinin hem hizmet sunanların niteliğine, hem de içinde çalıştıkları piyasa çerçevesine ilişkin sorunları da var: hizmetlerin kalitesinin altını oyabilecek sorunlar. Bunlar, finansal kaygıların hizmet kalitesinin önüne geçmesi ve 'aynı beden herkese uyar' mantığıyla sabit gider fonu modellerinin benimsenerek hizmetlerin bireylerin ihtiyaçlarına duyarsızlaşmasını içeriyor. Genel olarak, hükümetler hizmet sunumuna gittikçe daha az iştirak ettiğinde, hizmet sunumuna ilişkin bilgi temelli karar alma yeteneklerinin de azalması riski bulunuyor.

Özelleştirilmiş bir engelli hizmetleri pazarında, hizmet sunumunun niteliği ve içeriğine ilişkin kaygılar baki. Bireylerin hizmet seçimini destekleyen, hizmetlerin kişi odaklı tasarlanmasını ve sunumunu içeren yenilikçi yaklaşımların potansiyel olarak tekil getirileri olsa da, ölçümlerin 'birim' hizmet gideri temelinde yapılması sorunludur.  Hizmetler için sadece önceden belirlenmiş 'çıktılar' temelinde fon verilmesi hizmetlerin sistemli savunuculuk, yerel toplum kalkınması, yenilikçi pratikler gibi ölçülmesi zor etkinliklere girişme özgürlüğünü kısıtlayacaktır (NSWCID 2002). Ölçek ekonomileri ilkelerinin engelli hizmetleri pazarında uygulanması ise ek kaygılara yol açar. Büyük örgütlerin rekabetçi bir ortamda düşük ücretli hizmetler sunmaları olasıdır, ancak onların sunduğu hizmetler gayri şahsi, farklı ihtiyaçlara duyarlı değil ve büyük ölçüde bürokratik hizmetler. Bu hizmetlerin yerel bir topluluğu anlayabilmek için gerekli bilgiden ya da yerel bilgi paylaşım kabiliyetinden yoksun olmaları muhtemel; öyleyse, zihinsel sakatlığı olan insanlar sözkonusu olduğunda, içerme, katılım ve katkı gibi karmaşık konularda olumlu işlev görmeleri olası değil.

Kamu hizmetlerinin taşeronlaştırılması, ihale yönteminin uygulanması, ve özelleştirmeler birçok hizmet sunucu arasındaki sınırların artık iyice belirginleşmesinden sorumlu (van Gramberg ve Bassett 2005, 3). Fon alma sürecinde sıkı rekabetçi uygulamalara gidilmesinin engellilere yönelik hizmet sektöründe varolan işbirliği ve ortaklığın altını oyması olası (NSWCID 2002). Bu gelişmelerin anlamı, hizmetlerin bütünleştirilmesinin sektör boyunca zorlaşması, bilgi akışı ve hizmet sunumunda boşlukların ortaya çıkmasıdır. Piyasa ilkelerinin ve özelleştirme politikalarının zihinsel sakatlığa dair hizmetlere uygulanması hem bizatihi hizmetlerin kapsamı ve kalitesi açısından, hem de bu hizmetlerin olası kullanıcılarının kendi çıkarlarını "tüketiciler" adı altında temsil edebilme potansiyelleri açısından bir dizi olumsuz sonuca yol açtı.


Bireycilik, Onay ve Seçim

  Artık kamu siyasetinde ve sosyal politikada "tüketicinin tercihi" dili oldukça yaygın. Tercih, kişinin varolan seçenekleri değerlendirip, bir çeşit rasyonel, duygusal ya da ihtiyaç-güdümlü süreç sonucunda tercih ettiği seçeneği seçmesinden ibaret basit bir meseleymiş gibi görünebilir. Zihinsel sakatlığı olan birçok insan, bilişsel hasar nedeniyle ya da yeterli destek ve erişilebilir bilginin yokluğu yüzünden, gerçek anlamda bir seçim yapabilmek ya da onay verebilmek için yeterli bir konumda olmayabilir. Ayrıca, zihinsel sakatlığı olan hizmet kullanıcıları için baştan hizmet ilişkisine girmek büyük oranda bir tercih meselesi değil. Burada mesele, kişinin büyük oranda hizmet ve hizmet fonu anlaşmalarının dikte ettiği bu ilişkilere etkin ve uygun bir biçimde katılıp katılamadığıdır.

  Zihinsel sakatlığı olan insanların tartışmalara ve müzakelere etkin bir biçimde katılımlarını sağlamak karmaşık bir mesele. Tercih ve onay arasındaki farkı belirlemek bu noktada önemli. Onay, taraflar aralarındakinin ilişkinin niteliği, karşılıklı hakları üstüne yeterli biçimde bilgilendirildiğinde ve bu ilişkinin tözünü, sürecini ve yönünü müzakere etmek hakkına sahip olabildiğinde sözkonusu olacaktır (Yeatman 1998, 232). Seçim, hem istenç, hem de kapasite ve olanağın mevcudiyetini ima eder. Yeni pratiklerin temel ilkesi hizmetlerin kişilerin ihtiyaçları temelinde çerçevelendirilmesidir -- tersi değil. Bu ise, hizmet kullanıcılarının hizmetten beklentilerini 'tercih edebildikleri', bu seçimi açıkça ifade edebildikleri ve sonrasında da hizmetin tercihlerine cevap verip veremediğini belirleyebildikleri bir süreci gerekli kılar. Yeni ortaya çıkan bireysel fonlama piyasalarında, özellikle bu yaklaşımın Avustralya'dan daha uzun bir tarihe sahip olduğu İngiltere'de, özel şirketlerin hizmet pazarlamasında kişi odaklı ve erişilebilir yenilikçi yöntemlere başvurduğuna dair veriler var. Ancak, genel mesele şu ki, sözleşmecilik pratiklerinde tercih, hesaplanabilir bir öge haline geliyor: uzmanların, çalışanların, tüketicilerin, müşterilerin ve hizmet sunucuların davranışlarını gözetlemek ve tetkik etmeyi mümkün kılan hizmet sunumunun ekonomik rasyonelleştirilmesi pratiğinin bir ögesi (Dean 1999, 159). Bu durumda, hizmet sunucular ve tüketicileri üstünde zorlayıcı bir teknoloji olarak işlev görmesi ihtimali bulunuyor.

Bağımlılık, İhtiyaçlar, Çıkarlar

  Neoliberalizmin siyasi gündemi küresel değişimler ve Batı yönetimlerinin sosyal devlet reform politikaları aracılığıyla gittikçe daha hakim hale gelirken, zihinsel sakatlığı olan insanların ihtiyaç ve çıkarlarının nasıl tanımlandığı, belirlendiği ve bunlara nasıl cevap verildiği giderek daha temel meselelere dönüşüyor. Risk, riske ilişkin teknik ve pratikler düşününün anlamı, toplumda, bakım ve denetimin artık ayrılmaz biçimde iç içe geçtiğidir (Rose 1998, 179). Blair'in İngiltere'sinin Üçüncü Yol'unun  ve Howard'ın Avustralya'sının 'muhafazakar cemaatçiliği'nin  ardından, sonraki hükümetler de ekonomik ve toplumsal risklerin beraberinde getirdiği, bir zamanlar hükümetlerin yükümlülüğündeki sorun ve tehditleri giderek bireyler ve yerel toplumun üstlenmesinin yollarını aramaya devam etti. (Smyth ve Wearing 2003, 226). Bu noktada, yerel toplum zihinsel sakatlığın sosyal yönetiminin gerçekleştirileceği alan olarak ortaya çıktı.

  Piyasalaştırma, özelleştirme, sözleşmecilik ve bireyselleşme zihinsel sakatlığı olan insanlar için bir dizi soruna yol açtı. Avustralya bağlamında, geçen birkaç onyılın yeni-muhafazakar gündemi 'bağımlı' sayılanlarla ilgilenme yükümlülüğünü devletten kiliselere, 'kar amacı gütmeyen' örgütlere ve yerel topluma kaydırdı. Aynı anda, muhafazakar retorik çekirdek aileyi 'tanınmış' yegane ekonomik birim ve refah yardımının asli mekanı olarak sabitledi (Tomlinson 2001). Bu gelişmeler, zihinsel sakatlığı olan insanlar sözkonusu olduğunda, ilgi ve çıkarların karşılıklı etkileşim dinamiğinin giderek daha da belirsizleştiği bazı kurumsal, kültürel ve ekonomik koşullar yarattı.

  İngiltere üstüne ampirik veriler, zihinsel sakatlığı olan insanlar için toplum bakımı hizmetinin çağdaş sunumunun bağımlılığı azaltmak yerine arttırabileceği yolları vurguluyor. Wilsin, Riddell ve Baron'un (2000) yarı-piyasanın, özelde hizmet alıcı ve sunucu arasındaki yarılmanın ve sözleşmelerin işleyiş biçimlerinin İskoçya'nın kırsal bölgesindeki üç zihinsel sakat kişiye etkıilerini inceleyen etnografik çalışmaları sözkonusu türde bir piyasanın son derece sınırlayıcı olabileceğine, tercih ve sunumda farklılaşmaya oldukça kısıtlı ölçüde izin verebileceğine işaret ediyor. Çalışma, zihinsel sakatlığın metalaştırılması sürecininin,  taraflar arasındaki sözleşme sürecinin hizmet sunumunun altını oyduğu, hayatlarını belirlediği insanların bağımsızlık ve iş bulma şanslarının artmasını önlediği, karmaşık bir metalaştırma sürecini ifşa ediyor (Wilson, Riddell, ve Baron 2000, 480).

  Yükümlülüklerin devletten aileye kaydırılması sürecine, çelişkili bir biçimde, zihinsel sakatlığı olan insanların bağımlılığını arttıran ve kendi ihtiyaç ve çıkarlarını dillendirme potansiyelleri sınırlandıran bir dizi politika eşlik etti. Bakıcı gruplarının giderek daha görünür-olan siyasi eylemlerine karşılık hükümetler dikkatlerini ve fonları bakıcıların bakım hizmeti sunduklarından kaydırıp bakıcıların kendilerine yöneltti. Karşılanmayan ihtiyaçların ve doğrudan hizmet sunumunun azaltılması pratiklerinin oluşturduğu bağlamda aileye ve yerel-toplumun hayırseverliğine bağımlılığı arttıran bu tavrın önemini farketmek gerekiyor.

  Avustralya'da neoliberal gündemin getirdiği siyasi reformlar 'riske tabi' veya 'bağımlı' addedilenlerin ihtiyaç ve çıkarlarının kurgulanma biçimlerinde incelikli dönüşümlere yol açtı. İngiltere'de 2001 yılında basılan resmi broşür "Valuing people: A new strategy for learning disability for the 21st century" (Department of Health 2001) {İnsanları Değerlendirmek/ değerli kılmak: 21.yy'de Öğrenme Engellilik için yeni bir strateji} İngiltere devletinin zihinsel sakatlık politikasının çerçevesini çizdi. Broşür, ekonomik rasyonalist gündemi yumuşatma eğilimindeydi ve, gözettiği değerler ve getirileri açısından ideal olandan çok uzak kalsa da, zihinsel sakatlığı olan insanların doğaları, hakları ve kimliklerine dair anlayıştaki gelişmelerin sonucuydu. Böylece, toplumsal içerilmeyi ve düzenlemelerin hizmet bürokrasisi için değil kişiler için yapılması gerektiği anlayışını öne çıkardı (Burton ve Kagan 2006, 304).

  Bu gelişmeleri değerlendirmek üzere sosyal yönetimin yeni manzarasının zihinsel sakatlığı olan insanlar için getirilerine baktığımızda, 'çıktı' gibi daha bürokratik bir kavramın çerçevesinde belirlenemeyecek bir dizi fayda da görünür oluyor. Getiriler daha dolayımlı olabilir, daha uzun bir süreye yayılıyor olabilir ve hem (hizmet tercihi olanaklarının geliştirilmesi ya da kişi-odaklı hizmet tasarımı ve sunumu gibi) bireysel faydalar, hem de (zihinsel sakatlığı olan insanların işgücüne daha yüksek düzeyde katılması ve toplumda daha fazla yer almaları gibi) daha geniş çaplı toplumsal getirileri içerebilir (Kobber ve Eagleton 2006) ve böylece genel olarak daha içerici bir toplumun gelişmesine katkı sunabilir. Ancak mesele, daha derine bakmak, gelişmelerin zihinsel sakatlığı olan insanlar üzerindeki daha az görünür etkilerini yakalamak ve  yaşanmış deneyimlerin onları doğrudan deneyimler tarafından dillendirilmesini garantileyecek mekanizmaların yeni yönetim koşullarında mevcut olmasını sağlamaktır.

Sonuç

  Küresel düzeydeki toplumsal dönüşümler, 21.yy'de zihinsel sakatlar için yeni olanaklar ve yeni regülasyon biçimleri doğurdu.  Öz-savunuculukta örneklenen, zihinsel sakatlığı olan insanların siyasi bilinç ve eylemliliğindeki yükseliş yeni kurumlar, kuruluşlar ve bunların işleyiş biçimlerinin içerdiği sınırlamalara karşı doğrudan bir tepki olarak ortaya çıktı. Şu önemli ki, hakların nasıl kurgulandığı ve haklar için hangi yöntemlerle mücadele edildiği siyasi mantıklar, toplumsal süreçler ve düşünce tarzları tarafından koşullanıyor.  Öyleyse, zihinsel sakatlığı olan insanların küresel dönemdeki siyasi mücadelesinin, bilgi sistemlerinin ve sosyo-ekonomik yapıların beraber yarattığı bireysel yetkinlik ve üretkenlik beklentilerini sorgulamanın gerektiği bu koşullarda, ele alması gereken yeni meseleler var: Politika üretilen ve hizmetlerin tasarlandığı arenalarda zihinsel sakatlığı olan insanların kendi sözlerini söylemesini sağlayacak erişilebilirliğin desteklenmesi ve bunun gerektirdiği bilginin yeterli bir biçimde sunulması, sözkonusu yeni mücadele meselelerinin merkezinde yer alıyor.

Kaynakça

*"People with intellectual disability." Son yıllarda "mental retardation" {zeka geriliği} ve "mentally handicapped" {zeka özürlü} terimlerinin yerini "intellectually disabled" terimi aldı. Türkçedeki "zihinsel engelli" sözcüğüyle benzeşiyor; önceki çevirilerde belirttiğimiz üzere, genel olarak engelli yerine sakat sözcüğünü kullandığımız için, "people with intellectual disability"i şimdilik "zihinsel sakatlığı olan insanlar" ibaresiyle çeviriyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder