Didişen Kurt Yavruları Gibi

Başlık Altındaki Resmin Tanımı: Pek sevdiğimiz 'Aaltra' filminden bir sahne. Tekerlekli sandalyeli iki ahbap parasız kalınca bir engelli park yerini sağlamlara kiralamaya çalışıyor.

ABD'deki sakat mücadelesinin en önemli yayınlarından olmuş 'The Disability Rag' dergisinde 1985 yılında çıkmış bir yazı.

Didişen Kurt Yavruları Gibi
Mary Jane Owen


Elbette, şu teklifsiz soruyla uğraşmak hiçbirimizin hoşuna gitmez: Neden biz de diğer sivil haklar hareketlerinin yaptığı gibi ‘toparlanamıyoruz’?

Biz de, diğer azınlıklar gibi açık önyargı ve gizli ayrımcılığın acısı, utancıyla mücadele ediyoruz. Öyleyse, neden bizim hareketimiz de bize aynı şekilde grup kimliği kazandırmadı? Bazen bu durumu hiçbirimizin istemediği bir şey - sakatlık - etrafında örgütlenmenin zor olduğunu söyleyerek açıklamaya çalışıyoruz. 

Ama köleliğin evlatları da toplumun çoğunluğunun çirkin olduğunu düşündüğü fiziksel nitelikler etrafında bir araya gelmişti. ‘Siyah güzeldir’ sloganı ilk ortaya atıldığında küstah bir önerme gibi görünüyordu. 

Birbirimizin çabalarının altını oyuyoruz. Aslında birbirimizden hoşlanmıyormuş gibi davranıyoruz. Aramızda ilişki ağları yaratamıyoruz. Eğer kendimizin uzmanlık alanına giriyorsa, aramızdan bir diğerinin başarısını onaylamıyoruz. Bir sınıf olarak değil de ancak sadece tekil bireyler olarak kabul edilebilirmişimiz gibi davranıyoruz. Aramızda Harekete önemli miktarda katkı sunabilecek miktarda finansal kaynaklara sahip olanlardan pek azı, lafazanlığı bu tür bir katkıyla desteklemeye gönüllü. 

Az sayıdaki memeye ulaşmak için birbirini ezen kurt yavruları gibiyiz. Bize süt sağlayanın didişmemizden canı sıkılıyor da, kalkıp gidiyor muymuş, bunun farkında bile olmuyoruz neredeyse. 

Bu Hareketimizin güzel bir tasviri değil. Ama gerçekçi görünüyor. 

Yakınlarda farkettim ki, bu hırslı kurt yavrularına ben de sandığımdan fazla benziyormuşum. Farkettim ki düşüncelerimin onaylanmasını istiyorum, buna ihtiyaç duyuyorum. Katkılarımın parayla ödüllendirilmemesi beni sinirlendiriyormuş. Bu tür şeylerin farkına varmaktan gurur duymuyorum elbette. Ancak belki de bu tür hisler, Hareketimiz içindeki bazı yerleşik tutumları açıklar.

Bu noktada, biz sakatlığı olan insanlar için mesleklerimizin ne kadar önem arzettiğini bazı arkadaşlarımla tartışmaya başladık. Konuştukça farkettim ki, ‘incinebilirlik’ ve ‘güvenlik’ kavramları birlikte incelendiğinde Hareketimiz dahillinde nasıl davrandığımıza dair birkaç hususu aydınlatacak görünüyor.

İnsan denen yaratığın ne kadar kırılgan ve incinebilir olduğunu topluma ispat eden tam da biz sakatlığı olan insanlarız. Her açıdan, ‘bunun’ herkesin başına, herhangi bir yer, zamanda, gelebileceğini ispatlıyoruz. Bu gerçeklik çoğu zaman engelsiz kişileri irkitip bizden kaçınmalarına yol açıyor. 

Bizden birçok kişiyi de korkutuyor bu. Belli bir bedensel sistemin bozulmasının nasıl hissettirdiğini derinlemesine biliyoruz. Kılıç indi ve olası mükemmellik hayalinin ince kalkanı çoktan kırıldı bizim için. Biz halihazırda kusurluyuz. Ve bu bir kez olduysa, tekrar tekrar olabilir.

Tamam, belki şu andaki işlevsellik durumumuzla idare etmeyi öğrendik. Ama ya bir sonraki saldırıda ne yapacağız? Ne kadar şeyi aşabiliriz, ne kadarının üstesinden gelebiliriz? Gelecek karşısında, en vahim anlamda, kırılganız. 

Bir zamanlar Hans Selye’nin stres üzerine bir kitabını okumuştum; kitaptan nefret etmiştim. Selye herkesin stres karşısında başvurabildiği belirli bir miktar direnç kaynağı ile doğduğunu ancak bu kaynağın hiçbir zaman yeniden doldurulamadığını öne sürüyordu. Bu fikir hiç hoşuma gitmemişti. 

Ancak zaman ve edindiğim tecrübeler bu acele iyimserliğimin altını oydu. Büyüdükçe farkediyoruz ki, her birimizin stresle başa çıkma yetisi sınırlı. Ayrıca, sakat insanlar olarak stresle başa çıkabilmenin içinde yaşadığımız çevreyi kontrol edebilmeyi gerektirdiğini de öğreniyoruz. 

Ailesi —veya devlet — tarafından bakılan kişi rolünden bir kez çıktıktan sonra, hayatlarımız üstünde, elde etmek için o kadar mücadele verdiğimiz, kişisel denetim sahibi olmamız için gerekli unsurları elimizde tutabilmemizi garantileyecek denli yeterli kaynağı nasıl biriktirebileceğiz?

Bu kaçınılmaz sorular bizi kendi güvenliğimiz için kaygılanmaya itiyor.

Bir yönden başarılı olmuş arkadaşlarımı hatırladım. Biri çok zengin, ancak parasını paylaşmaya, harcamaya korkuyor. Bir diğerinin güvenilir ve oldukça iyi bir gelir kaynağı var, ama bunun süreceğine ikna olmuş değil ve böylece korku dolu bir gelecekten sakınıp sürekli para biriktiriyor, kendini şimdiki zevklerden mahrum bırakıyor. 

Ve kendim: farkettim ki yaşla beraber gelen kaçınılmaz çöküşle yüzleşmem gerekecek ve kendi geçimimi daha ne kadar sağlayabileceğim konusunda endişeliyim. Eskiden düşüncelerimi ve uzmanlığımı özgürce paylaşmama rağmen, artık tanınma ve paranın vaadettiği güvenliği talep eder hale gelmişim. 

Sakat insanlar olarak, incinebilirlik meselesini ele almamız lazım. Her birimiz şu meşru sonuca varacak olabilir: ‘Eğer kendim için kişisel destek sistemi oluşturamazsam —ki bu finansal güvenlik gerektirir — hayatımdaki olanaklar üstünde denetimimi kaybederim’. Her birimiz dünyayı böyle görürse, topluluk bilincimiz tehlikeye girer. Kurt yavrularına dönüşürüz. 

Bu korku ve ihtiyaçlara dair farkındalık Hareketimizi zayıflatır mı? Ben böyle düşünmüyorum. Eğer müşterek çalışma güdümüzü baltalayan şeytanları adlandırabilirsek, onları kontrol altına alabiliriz. Yine böyle bir içgörü incinebilirliğin dehşetine kapılıp hareket eden arkadaşlarımıza karşı bizi daha anlayışlı kılabilir. 

Bağımsızlık ve öz-yönetim korku verici. Ama bunlar olgun ve üretken bir yaşamın temeli. Mesele, insanlara tüm hayatları boyunca destek sağlayacak toplulukları beraber inşa etmeye yönelirken aynı anda bireysel korkulara karşı birbirimize yardımcı olmak. Her birimizin korkularına karşı anlayış, her birimizin özgürlüğüne yönelik görü: bu bana siyasi hedeflerimizi bir şekilde netleştirir geliyor.

Topluma tam olarak katılabilmek konusunun canımız istediğinde oynayacağımız küçük, basit bir oyun değil, ucubeler ve diğer ‘kusurlu’ varlıklar üstüne oldukça yaygın mitleri ve imgeleri dönüştürmek adına yılın her günü girişeceğimiz, ciddi bir mücadele olduğunu birbirimize hatırlatmak için kullanabileceğimiz bir ifadeye ihtiyacımız var. 

Bu sınırlayıcı algıları tek tek bireyler olarak değiştiremeyeceğimizi birbirimize hatırlatmalıyız. Bizim benzerliklerimizi kabul etmediğimiz durumlarda dahi, toplum bizim ‘sınıf’ımıza dair sürekli genellemeler yapıyor zaten.

 İstisnai sakatlar, medyaya bugün Amerika’da sakat olmanın nasıl bir şey olduğuna dair 'süper kötürüm’ hikayeleri pazarlamak için ilham veriyor olabilir. Ancak bireysel yeteneklerin bu şekilde tanınması, toplumun insanların potansiyelleri için handikap teşkil ettiğine inandığı niteliklere karşı korku ve inkardan müteşekkil temel zihin yapısını değiştirmeye pek az katkı sundu. 

1960’larda, siyah bir aktivist grup çalışmasını sekteye uğrattığında, şu sözlerle hizaya getirilmişti: ‘Bize karşı Mau Mauculuk oynama’.* Anlamı şuydu: Kızgın retoriğini sivil haklar için mücadele eden kız ve erkek kardeşlerine değil, daha uygun bir hedefe sakla. 

Aynı grup baskıcı beyazla özdeşleşen bir üyesine “Oreo’laşma"** dediğinde, herkese hatırlatmıştı ki: kişi ana akım toplumda yer edinmeye bireysel olarak ne kadar çalışırsa çalışsın, siyahlar siyahlıklarını her zaman beraberlerinde taşırlar. 

Bizim de arkadaşlarımızla aynı derecede net ve özlü bir biçimde konuşabilmemizi sağlayacak samimi ve tanıdık bir yönteme ihtiyacımız var; nesillere uzanan ortak yaşam deneyimimize yaslanan müşterek anlayışımızı aktaracak bir yönteme. Sınırlı kaynaklar ve olanaklar için didişmeye son! Engellenmenin doğurduğu öfke ve hiddeti kendi çıkarının kaygısına kapılmış bir çaresizliğe dönüştürmek için sunulan lokmacıklara son! Kişisel hedeflerimizin düşmanı Biz değiliz; tehlike çoğu zaman derinlere bastırılmış ortak korku ve birbirimize karşı güvensizliğimiz.

Notlar 
*Kenya'da siyahların kurduğu bir siyasi örgüt. Bilgi için bkz. Mau Mau
**İçi beyaz krema kaplı, çikolatalı bir bisküvi markası. Beyaz topluluğunun parçası olmak hevesindeki siyahları nitelemekte de kullanılıyor. (New Oxford American Dictionary)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder